2010: 12. ulusal mimarlık sergisi ve ödülleri / jüri
KESİT 2010:
XII. Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri / Türkiye Mimarlığı
BOĞAÇHAN DÜNDARALP
Mimar, Seçici Kurul Üyesi
I
22 yıldır Türkiye’deki mimarlık ortamının kesitini sunan en önemli belgeleme kaynaklarından biri: Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri. Bugün mimarlık ortamımızdaki belgeleme ve paylaşım medyalarının, ortamlarının artmış olması, dünya ile paralel yapılageleni güncel takip imkânlarının varlığı, bu sergi ve ödüllerin varlığına yeni anlamlar eklemektedir. Bu anlamları tartışma ve görünür olanın arkasına bakma ihtiyacı, belki de oluşacak tartışmaların niteliği derecesinde bizleri serginin ve ödüllerin paylaşım biçimini, çoğaltımını, değerlendirme durumlarını kapsayan formatı dönüştürme ihtiyacına kadar götürülebilir. Ancak bu konudaki potansiyellerin heyecanına kapılmadan ve aceleci davranmadan bu yıl serginin bize anlattıklarını dinlemekte ve masaya yatırmakta fayda olabilir.
Değerlendirmeye başlamadan önce sergi formatının belirlediği sınırları ifade edelim. Değerlendirmeyi onun içinden kuralım. İlk olarak, Büyük Ödül, Anma Programı, Mesleğe Katkı Dalı Ödülü kategorilerini bu yazı kapsamındaki değerlendirmeden eleyerek işe başlayalım. Hem kişi ve kurumlara verilmesi hem de proje ve yapı dallarındaki gibi tekil ürün değerlendirmesine dayanmaması anlamında farklı kategorileri kapsadığı için. Ayrıca, tartışma odağını güncel mimarlık pratiği üzerine daha sağlıklı indirgememize imkân vereceği için. İkinci olarak da, dönemin güncel mimarlık pratiğini sergileyecek ve değerlendirmeye sunulacak ürünlerin bir temsiliyet aracı (sergi panosu) üzerinden kendilerini anlatma zorunluluğunu bir sınır olarak kabul edelim ve değerlendirmeyi bu sınır içinden yapmanın zorunlu ilişkisi üzerinden tartışalım. Öncelikle, kendine ait pratik nedenlerden dolayı yıllar içinde gelişen bu formatın yeterliliğini konuşmadan önce bu temsiliyet aracının hangi niyetlerle nasıl kullanıldığını tartışmak daha önemli görünmektedir. Bu tartışma bizi mevcut temsiliyetin yetersizliği noktasına taşırsa, bu noktaya geri dönmeyi akılda tutarak. Soru, “Mimarların sergiye projelerini gönderirken hangi dertleri taşıdığı, bu dertleri, ürün ve temsiliyet düzlemi üzerinden nasıl anlatmaya ve paylaşmaya çalıştığı” olacaktır. Bu sorunun açığa çıkardığı durum yalnızca ürünün niteliğini belirleyen koşulları değil, mimarın özne olarak kendini konumlandırma biçimlerini de görünür kılması anlamında oldukça önemli araçsallık üretecektir.
Genel anlamda bu konu, Türk mimarlığında bahsedebileceğimiz çok yaygın bir temsiliyet sorunu bağlamına işaret etse de, bu yazı bağlamının bu sorunun nedenlerini irdelemek gibi bir iddiası yok. Konu kuşkusuz Osmanlı-Cumhuriyet eksenindeki pek çok konuyu bu tartışmaya dâhil edebilecek kapsamdadır. Bu nedenle arka planını eşelemek yerine konuyu daraltarak görünür, algılanır olanı ifade etmeye çalışalım.
Bu noktada bu yılın sergisi bağlamı üzerinden baskın ve hâkim dilin sorulan soruya verdiği yanıt şudur: “Ben, mimarlık üretimimi kendi yer-bağlam-süreç-anlam bağlamında bir düşünsel arka plan ihtiyacı hissedip, bunu ortamın mimarlık bilgisi ile ilişkilendirmekle ve hatta bunu anlatmakla ilgilenmiyorum. Yapının niteliğini belirleyen şeyi niceliksel sonuç ifadesi olarak görerek, niteliksel ifadeyi ‘bina’ nesnesine indirgiyorum. Haliyle de artık yapının arkasındaki düşünsel süreci anlatmakla değil, olabildiğince etkileyici (başka temsiliyet araçları olan manipülatif fotoğraflar, imajlar gibi…) görseller ile sonucu göstermekle ilgileniyorum. Bu noktadan sonra da ne kadar inandırıcı olduğum önemli oluyor (ne kadar samimi ve açık olduğum değil)…”
Kısaca sergi ortamı, ifadesini “anlatmak” üzerine değil “göstermek” üzere gönderilmiş proje ve yapı temsiliyetlerinden alıyor. Burada vurgulanmak istenen konu, “anlatılacak” olanın olup olmadığını tartışmak değil, mimarların özne olarak duruşlarını bu yönde tercih etmeme halleridir.
Bugün, “gösterme”nin bir tür piyasa koşulu olarak şartlı refleks halini aldığı ve “görünür” olmanın bir aracı haline geldiği düşünülürse, bu duruşun çok da kafa yorularak tercih edildiği söylenebilir mi, bilmiyorum. Ancak herhangi bir şekilde sergiye gönderilen üretimlerin büyük bir çoğunluğunda “mimar özne-ürün-temsiliyet düzlemi ilişkileri üzerinden hangi bilginin, ifadenin ve anlamın aktarılacağının” sorgulanmamış olduğunun gözlemlenmesi ise sadece bu yılın sergisine özgü olmayan genel bir değerlendirme olarak ifade edilebilir.
Günümüzün mimarlık rüzgârlarının çarpma etkisi olan, sosyal psikologlar tarafından bir “itaat etme formu” olarak tanımlanan “güncel sosyal kodlanma” hali olarak da tanı konulan “gösterme” şartlı refleksini biraz açmakta fayda var. Bu sosyal “itaat”in arkasında gündelik hayatımıza nüfuz etmiş, neo-liberal politikaların belirlediği tüketim ekonomisinin gerek araçlarını gerekse ürünlerini bağlamsızlaştırması, kolay dolaşıma sokulabilir etkili imgelere dönüştürmesi, mimarlığın da mimarın da bundan payını alması gibi faktörler hızlı birer tespit olarak dillendirilebilir. Kuşkusuz durumun nedenselliğini hemen, kolay tüketilebilir, çağdaş imajlara sahip, hızla sindirilmeden yenilenen durumlar vaat eden, niteliği niceliksel çokluklar üzerinden değerlendiren ve “isim” üzerine kurulu spekülatif bir dünyadan beslenen ve bizi çevreleyen pek çok (basılı, dijital vb.) ulusal-uluslararası mimarlık medyalarına da bağlayabiliriz. Bunlar, bir çırpıda değişmesini beklemediğimiz, beğensek de beğenmesek de içinde yaşadığımız çağın gerçeklikleri… Ayrıca yargılamanın ve suçlamının kolaylığına kaçabilecek başka pek çok neden de üretebiliriz. Ama bunlar temeldeki durumu, “kendimizin bu ortamla yüzleşme zorunluluğu” halimizi ne kadar ortadan kaldırabilir? Koşullar ne olursa olsun bariyerlerimizi aşan, ortak bir sosyal itaat durumu, sosyal kodlanma ortamı ile karşılaşacak ve beraber yaşayacağız. Ortamın içinde bu itaat farkındalıkla kabullenilebilir, sürdürülebilir hatta bir motivasyona da dönüşebilir. Önemli olan durum, bizim bir şekilde ortamdaki bilinçli özneler olarak kendi sorumluluk alanımızı ifade edebilme, üretimlerimizde bu alanı sürdürebilme ve bunu açık olarak geliştirebilme becerimiz değil mi? Bir taraftan “samimi” olmayan profesyonelliğe ve –miş gibi yapma hallerine sığınmadan.
II
XII. Ulusal Mimarlık Ödülleri’nin ve seçici kurul değerlendirmelerinin yayımlandığı Mimarlık dergisinde (sayı: 353, Mayıs-Haziran 2010) genel portreyi yukarıdaki (I) gibi özetlemiştim. Kitap için düşündüğüm genişletilmiş metin buradan başlıyor:
Aynanın İki Yüzü
Yukarıdaki değerlendirmeye ödül alan proje ve yapıların da dâhil olduğu düşünülürse, bu yorumun ardından şu soru sorulabilir: Katılımcılar ile ödüllendirilenler bu bağlamda seçici kurul değerlendirmelerinde nasıl farklılaştılar?
Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’nin iki yılda bir yapılıyor olması, sergide gördüğümüz projelerin ya da yapıların bir kısmının medyada, sunumlarda, toplantılarda, arkadaş sohbetlerinde ya da bir vesile ile gezilerek deneyimlenmiş olmasını da beraberinde getiriyor. Bir seçici kurul üyesi için değerlendirme mesafesini kaybettiği kuşkusuz en denetimsiz an, bir şekilde deneyimlenmiş olan ile temsil edilmiş olan arasındaki çelişkili pozisyon… Temsiliyet nesnesi panolar, bir şeyi olduğundan daha iyi ifade edebildiği gibi, iyi olanı hiç ifade edemeyebiliyor da. O zaman da hem seçici kurul üyesi kendini ya da bir başka kurul üyesini ikna etme çabasına giriyor, hem de ilk defa görülen panolardan farklı bir mesafe kuruyor. Bu sergi panosu üzerinden değerlendirme yapmanın bir açmazı olarak görülebilir. Ve sergi ve ödül değerlendirme yöntem ve araçları içinde faydalı tartışmalar üretebilir. Ama sergi panosu üzerinden değerlendirme yapılmak durumundaysa şunu kabul etmek gerekiyor: Proje ya da Yapı Ödülü, ne mimarına ne proje ya da yapıya, onun panosuna veriliyor. Mimarının medyumu olmuş o panonun içerdiği mesajların (fikir, arayış, çaba ve ürünün) niteliğine veriliyor.
Bunu yetersizlik ya da bir eksiklik olarak görmemek, mimarının düşüncesini, yaklaşımını, ürünün niteliğini aktaran, içinde pek çok mesaj içeren bir araç olarak görmek gerekiyor. Diğer taraftan da bu bir tür eksiltme ve eşdeğerlendirme ortamı haline dönüştüğünde aracın / panonun kendisinin ürünün önüne geçme riskini de barındırıyor. Bunun en iyi örneğini görselleştirme olanaklarının artması ile son yıllarda yaşanan yarışma değerlendirmelerinde görüyoruz. Yarışma konusunun kendi özgün bağlamından koparak yarışma ve temsiliyet dilinin kurbanı haline dönüşmesi, bu riski çok iyi örnekliyor. Seçici kurul üyesinin sorumluluğu da bu zor ve çetrefilli durumla yüzleşme durumunda ortaya çıkıyor kuşkusuz.
Bu bağlamda bakarsak, ödül almış panoların ne mimarları ne de yapıları ya da projeleri almamış olanlara göre daha iyi ya da daha kıymetli olduklarını iddia etmek için yeterli bir argümanımız yok. Sadece bu mimarların panoları aracılığı ile daha çok dillendirmeye çalıştıkları bir mimari çaba olduğunu söyleyebiliriz. Ödüllendirilen de bu çaba ve bu çabanın niteliği… Bu çabayı göstermeyen ama oldukça nitelikli ürünlerin olduğunu bilsem de, ya da bu çabayı göstermiş ve ödül almış olmasına rağmen sergiye göndermediği çok tartışmalı ya da benim meslek adına doğru bulmadığım projeleri nedeniyle mimar konumlarını irdelediğim mimarlar olsa da, bunu kendi gerçekliği içinde değerlendirmek durumundayız.
Nitelikli yapı üretiminden sürekli dem vurulan memleketimde, öğrencilik yıllarımdan bu yana mimarlık ortamında, mimarlığa ilişkin niteliklerin yapı üzerinden ve “eli yüzü düzgün bina, detayları temiz çözülmüş, jilet gibi bina…” gibi kozmetik ifadelerle değerlendirildiğini o kadar çok duydum ve hâlâ o kadar çok karşılaşıyorum ki, bunun kolektif bilinçaltımızda çok sağlam bir yer edindiğini, kolay kolay da silinmeyecek bir anlayış oluşturduğunu düşünüyorum. Bugünün medya ve görsellik dünyasında bu ifadelere bir de fotojeniklik eklendiği düşünülünce, o hasretle beklenen düzgün binalar, tüm cazibesini takınmaya çalışan, özel ışık ve objektiflerde boy gösteren, etrafında, içinde insan olmayan ve kendini beğendirmeye çalışan özel nesneler haline gelmeye başlıyorlar. İster bir kuşağın eli yüzü düzgün, temiz detaylı olarak tarif ettiği mütevazı binalar olsun, ister bunların kozmetikleştirilerek ya da estetik operasyonla geliştirilmiş güncel hormonlu evrimleşmiş halleri olsun, mimarlık sözkonusu olduğunda birbirinden bir farkı kalmıyor. Çünkü mimarlık, aracısı olduğu kabuğun salt kendisi olarak algılanmaya devam ediyor. Kendisini başka türlü anlatamamaya başlıyor ve bina, o binanın, ne için, neden, neye rağmen, niye orada olduğundan, nasıl yaşadığından daha önemli hale geliyor. Bu anlayışın belki de zamanla habisleşmesinin, kanserleşmesinin arkasında bina nesnesi odaklı bu anlayış yatıyor.
Bu çerçeveden bakınca da sergiye gönderilen panolar, mimarlık adına sözü olan, ardında sadece hizmet değil düşünce barındıran, eklemlendiği hayata dair dönüştürücü roller edinen, katkı sağlamaya ve bunları ifade etmeye çalışan çabaların ifadesi olmaktan çok, katalog çekimi için sıraya girmiş güzeller haline geliyorlar.
Bir taraftan da sergi bir tür defile, kitap da bir tür katalog değil mi? Oraya Türkiye’nin en güzelleri konmayacak da ne konacak diyebilirsiniz. Türkiye’de mimarlığın toplumsal ve mesleki gelişimi için çaba gösteren Mimarlar Odası için bu pek de yerinde bir eleştiri olur. Ve belki de bu sadece böyle bir mecrada kayda geçirilebilir. Keşke, sergi ve ödüllere katılan mimarlar aynanın mimarlık yüzü ile Mimarlar Odası da defile ve katalog yüzü ile yüzleşebilse… Eleştirdiğimiz bu katılımı bir eksiklik değil, bir eleştiri olarak da alabilse.
Bir seçici kurul üyesi için, içinde bulunduğu gerçekliği değerlendirme noktasında zorlayacak pek çok girdi olabilir. Ama her seçici kurul üyesi benim gibi kendi gerçekliği üzerinden, sorgulama ve yanıt üretme konusunda bir defaya mahsus olmak üzere bir duruş sergileyebilir, belli bir noktada diğer seçici kurul üyeleri ile uzlaşabilir, kararlarını gerekçelendirebilir. Ama mimarlık ortamının oluşturucusu mimarlar ve Mimarlar Odası’nın kendine ayna tutan ve tek defaya mahsus olmayan sürekli bir sorumluluğu yok mu?
_ medya içeriğini .pdf formatında görek için tıklayınız/kesit 2010 değerlendirme yazısı
_ etkinlik haberi için tıklayınız/arkitera.com
_ ödüller için tıklayınız/mimarizm.com