2006/01: mimarlıkta genç olma durumu üzerinden / tartışma
Mimarlıkta Genç Olma Durumu Üzerinden…
Boğaçhan Dündaralp
Genç olma durumu, koşullara, birikime ve geleceğe dair belirsizliklerin yarattığı kafa karışıklığı içinden, üretim kaygılarının bir yakıta dönüştüğü, taze zihni sürekli geliştirmek için uygun ortamın arandığı, çevrede olup bitenlerin anlaşılmaya çalışıldığı, bir yaşam kesiti. Bu kesit, ürettikçe şablonlarla kalıplarla düşünmeye ve üretmeye başlanıldığı, yakıtın salt deneyime (artık üretirken düşünmeye gerek kalmadan reflekslerle üretme aracı olarak) dönüştüğü dönemin öncesine tekabül eder. Her alanda bu durum farklı bir zaman kesiti yaratır.
Bu anlamda genç olma kavramı, insanın kendini kurma süreci ile eğitimini aldığı disiplinin zaman içinde yoğrulup onunla bir bütün olduğu ‘süreç’in içinden konuşulabilir.
Gençleri de kavrayış refleksleri fazla, taze fikirlere sahip, ama deneyimleri az, deneyim imkanları kısıtlı, her tür bilgiyi emebilecek bir sünger gibi davranan kendini yetiştirmeye aç, biraz da dengesiz canlılar olarak görmek lazım. Türkiye’de de derinlikten ve birikimden, güncel taze fikirleri doğuran ortamlardan yoksun, işin ciddiyetinin göz boyamaktan ve yapmaktan ibaret olduğu, birşeyin diğerine göre değerinin ölçülemediği bir çevrede, bu süngerler (gençler) kuru kalmaya, suyu başka yerlerde aramaya mahkum bırakılıyorlar.
Bugünün gençleri, aslında suçlandıkları gibi ilgisiz ve meraksız değiller, sadece doğaları gereği nasıl davranacaklarsa öyle davranıyorlar.
Taze zihinler hangi yaş grubunda olursa olsun, çağın dönüştürdüğü kavrayış yapıları ile paralel hareket edemediğinde ve oluşan bu deneyimler, akacak bir dil bulamadığında kuşaklar birbirini anlamamaya başlıyor. Artık anlamaya da çalışmıyor. Biri diğeri için varlığı yoksayılmayan, ama bir katkısının da olmasının beklenmediği bir durum yaratıyor. Mimarlık için konuşursak, artık etkinlikler de kimsenin kimseye karışmadığı, bulaşmadığı sessizce dağılınan toplantılara dönüşüyor. Yoksa söylenmiyor oluşları, söylenecek sözlerin olmadığını göstermiyor.
Hepimiz kabul ya da red etsek de bir kuşak sürekliliğinin parçasıyız. Her kuşak, ayrı dünyalara sahip olsa da ortak bir zemin üzerinde ve ortak bir ortamın parçalarını oluştururlar. Bu da sürekliliğin nasıl kavranacağı sorusunu önemli kılmaktadır.
Bu süreklilik, her kuşağın kendi üzerindeki bilgiyi aktaracak, kuşaklar arası aktarım dilini, yine kendisi üzerinden yaratması ve yeniden kurması ile ancak söz konusu olabilecek birşey gibi görünmektedir. Bu yüzden önceki kuşakları anlamak kadar kendinden sonraki kuşakları anlamak ve o dili kendin üzerinden yaratmak çok önemli görünmektedir. Böylece birbirinin duruş ve konumları üzerinden oluşan ortam, bilgi akışlarını ve tartışma alanlarını doğuracak bir zemini hazırlar. Ortamın birbirini beslemesi ve üretken kılması bu sürekliliğin kurulması ile çok bağlantılı bir konu haline gelmektedir. Bu sürekliliğin kurulması farklı duruşlara sahip yeni bireyleri doğuracaktır. Artık bu hareket tek yönlü yani eski kuşaktan yeni kuşağa değil, yeni kuşaktan da eski kuşağa akan bir yapı kazanacaktır.
Günümüzün yeni genç nesli, bir önceki kuşağa göre çok yönlü, farklı kaynaklardan beslenen, birbirinden çok farklı konular ile ilişki kurabilen, hızlı hareket edebilen, beraber çalışmaya yatkın, iletişim araçlarını çok iyi kullanabilen özellikler taşıyor. Fakat gençlerde eksik olan ‘şey’ de zamanla duruşlarını belirleyecek ve kendilerini inşa etmelerini sağlayacak, içlerindeki potansiyelleri ortaya çıkartıp yönlendirecek ‘farkındalık‘ duygusu.
Yakın zamana kadar usta-çırak ilişkisi yoluyla aktarılanan süzülmüş bilginin deneyim üzerinden edinilme biçimi bugün bu deneyim ortamlarının farklılaşması ve çoğalması ile yeterliliğini gün geçtikçe yitirmektedir. Artık daha kolay ve eşzamanlı erişilebilen bu ortamlar ile deneyim alanı çok parçalı bir yapı kazanmıştır.
Ancak bu, yeni kuşak için işleri kolaylaştıran bir ortam hazırlamamakta, aksine zorlaştırmaktadır. Seçeneklerin çoğalması, neyin, neden, niçin tercih edileceği gibi bir durum yaratmıştır. Usta-çırak ilişkisindeyken yeterli olan, fazla parçalanmamış deneyim alanı, bu sorgulama alanı doğurmazken, artık çok parçalı ve kişisel tercihlerle biçimlendirilebilecek bir yapı kazanmıştır. İki durum arasındaki en belirgin fark ise, bu sorgulamaların, birinde (usta-çırak ilişkisi) sürecinin kendisine yayılma durumu varken, diğerinde (güncel olan) sürecin başında yapılmasını zorunlu olarak karşımıza çıkmasıdır. Bu içinde bulunduğumuz zamanın yarattığı ilginç bir dilemmadır. Süreç sizi öğrenilmiş, bilinen zihin yapılarının aksine, yeni bir zihin ile oluşturulacak duruma hazırlar.
Kişisel tercihleri yönlendirecek olan şey ise, kişinin kendini kurarken ne yapmak istediğinin, nasıl bir mimar olmak istediğinin farkında olmasını ve bu yolda kendine bir harita çizmesini zorunlu kılmasıdır. Çoğu kez hazırlıksız yakalanılan bu durum, kendini bilmeyenler için oldukça tanımsız bir durumken, kendini bilen içinse farklı yeni duruşların doğacağı zengin bir ortamın habercisi olabilecektir.
Her alanın içinde, kimliği ile yaptığı işi yoğurmuş önemli tarihsel örneklerle karşılaşırız. Bu kişilerde şöyle ortak yönler vardır: Birincisi, dertleri aracılığıyla hayata karşı bir duruşları olduğunu görürüz. İkincisi, bu duruşlarını hayata geçirecek bir araca ya da bir eylem biçimine sahiptirler ve bu konuda kendilerini iyi donatmışlardır. Üçüncüsü de duruşlarını sağlayacak ve eylemlerini dönüştürecek bir zihin yapıları vardır. Bunu bir model olarak görmemekle birlikte artık, bu profil de tek başına yeterli kalmamaktadır. Sahip olunan bu özellikler, önceden olmadığı kadar kısa sürede yeniden yeniden kurulma, yeni stratejiler geliştirmeye açık bir yapı kazanma durumunu zorunlu kılmaktadır. Sürekliliğini kalıcı değerlerden alan önceki nitelikler, artık sürekliliğini dinamik değerlerden almak durumundadır. Ve bu durum çoğunlukla yeni kuşağın yüzleşip çözümleyeceği yeni koşulları tarif etmektedir.
Güncel üretim alanlarının çok parçalı yapısı ve farklılaşan koşullar, gençkuşağı bu yeni pozisyonlara itmektedir. Çünkü, üretimlerin özel koşulların içinden dönüştürüldüğü ve işler arasındaki ortaklığın meselelere bakış biçiminde sürdürüldüğü bir ortam söz konusudur. Artık hızlı biçimde ilişkilerin tersyüz edilip oynanabilebileceği ve yeniden kurulabileceği olanaklar dünyası karşımızdadır. Bunun ‘niteliği’ni ve ‘gerekliliği’ni başka bir tartışma konusu olarak saklı tutmak koşulu ile aynı anda çok farklı kanallardan beslenerek ve temas ettiği birbirinden bağımsız konuları ilişkilendirerek, hızlı dönüştürebilen yeni genç nesil için bu olanaklar dünyası heyecan verici bir motivasyon kaynağı gibi görünmektedir.
Bir önceki kuşak tarafından yeni genç neslin dönüştürücü bir rolü olup olmayacağı, hep bir tartışma konusu olmuştur. Bence bir dönüştürücü rolü olma olasılığı yukarıda bahsettiğim çerçeve içinden söz konusudur. Ancak dönüştürücü rol bir önceki kuşak tarafından ‘beklenilen’ dönüştürücü rol de olmayacaktır. İki rol arasındaki farkın, rolün etkinliğinde değil, mimarlığa bakış biçiminde saklı olacağını söyleyebilirim. Çünkü genç kuşak için artık mimarlık denen şey, gündelik yaşamın parçası olarak dönüşebilen birşeydir. Yoksa dokunulmazlığı olan, yüce, kutsal bir mimarlık değildir. Hayatın içinde eriyip kendini dönüştürmüş yapılar, karşısından utanılarak geçilen şeyler de değildir. Onlar hayatın içinden anlayıp kavrayacağımız, anlattıklarından birşeyler öğrenebileceğimiz şeylerdir. Hayatın kendisini, gündelik olan aracılığı ile bizim dilimize tercüme ettiği, üzerinden katman katman bilgilerin aktığı bir dildir. Onu ‘değer’li kılansa özel bir nesne olması değil, hayatla temas etme biçimleri ve ilişkilenmedeki tavrında ve çıkardığı nitelikte gizlenmektedir.
Görünen o dur ki eski kuşak her ne kadar kendini bu yeni durumlarla bir şekilde karşı karşıya kalmaya hazırlasalar da şimdiye kadarki kavrama ve üretme biçimleri yeni sorunları çözmek için tek başına yeterli kalmayacaktır.
Bunlar, genç kuşak ve ardından gelen yeni kuşağın problemleri olarak görünmektedir. Haliyle de onunla yüzleşerek biçimlendirecek olan da bizler ve ardımızdan gelen kuşak/lar olacaklardır. Yeni koşullarla yüzleşilinceye kadar bu tavır aktüelliğini sürdürmeye devam edecektir.
Kuşaklararası dilin karşılıklı kurulması ile oluşan zemin tersinir ilişkileriyle birbirini besleyebildiğinde ve kuşaklararası iletişimin sağlıklı yapılabilir koşulları oluşabildiğinde, her kuşak belki kendi durumu ile daha iyi yüzleşebilecektir. Bu da sağırlık hastalığının yenilebileceği, kaygı ve çabaların beslenebileceği, farklı deneyim alanlarının ortak temasları ile ilişkilenebilecek bir zemin oluşabilmesinin imkanını doğuracaktır. Bunun yollarını araştırmak yalnızca genç kuşak ve yeni kuşakların problemi değildir. Tüm bu farklılıklara rağmen kuşakların birbirini yoksayamayacağı ortak bir ortam vardır. Farklı duruş ve kavrayışlar sessiz kalmanın değil, zengin tartışma ortamınının kaçınılmaz bir gerekliliği değil midir?
_ metni .pdf formatında görmek için tıklayınız.
_ medya içeriğini .pdf formatında görmek için tıklayınız.
“Mimarlıkta Genç Olma Durumu Üzerinden…” metni is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.