2012/11: dialogue/ Yona Friedman Haliç Centre Project / Adhocracy / I. Istanbul Design Biennial
– haliç merkezi projesi bilgileri için tıklayınız. / click for haliç center project information.
– ilgili haber için tıklayınız. / Click for related news.
Yona’ya sorular/
[scroll down for english]
Yona Friedman’ın Haliç Merkezi Projesi için; biri yer-bağlam eksenindeki , diğeri daha global ölçekte ‘ bugünün kent yapısı’ içindeki konumunu sorgulayan 2 soru:
1
Yona Friedman’ ın yaklaşımları içinde “Haliç Merkezi Projesi” yer-bağlam ekseninde nasıl okunmalıdır ?
Yona Friedman 1960’ lardan bu yana sürdürdüğü mimarlık yaklaşımına baktığımızda; insanların kendi yapma biçimlerini tetikleyecek bir takım araçları nasıl kullanacağına yönelik ‘teknik’ olanakları, altyapıları, üretimleri, iletişim modellerini araştırdığı kitaplar, rehberler ve organizasyonlar gibi farklı mimarlık üretim mecralarına odaklamış olduğunu görürüz.
Yona Friedman’ ın Haliç Merkezi Projesi; “mega yapılar Çağı” olarak bilinen 60’ların ütopik mimari çalışmalarının paralelinde 1963’ te geliştirdiği; köprü strüktürünün bir altyapı olarak kullanıldığı şehir-köprü fikrinin bir yerleştirmesidir.
Friedman’ ın Şehir-köprü fikri (spatial city) , mobil (esnek) mimarlık araştırmaları ve çalışmalarının ardında savaş deneyimi yaşamış kentsel deneyimler bulunmaktadır. Savaş ya da afet ortamları, hayatta kalma, mahrumiyet, yoksunluk ve yoksulluk koşulları göz önüne alındığında bu araştırmalar bize; kendi kendine organize olabilen (self-organization), kendin yap (self-build) yöntemlerini kullanan, karar verici mekanizmalarının yerini iletişim modellerine bıraktığı, katılımcı tasarımın temel prensiplerinin araştırıldığı çok önemli ve güncelliğini hala koruyan çalışmalardır.
1960’lı yıllar Türkiye’ nin planlı ekonomiye girdiği, kapitalin en önemli kıt faktör olduğu, zaten düşük olan kapitalin de sanayiye ayrıldığı bir dönem. Hızlı sanayileşmenin bedeli, şehirleşme ve konuta ayrılan kapitalin en aza indirildiği bu dönemde ‘Gecekondu’; İlhan Tekeli’nin deyimi ile “…modernist meşruiyeti içselleştirmiş bürokrasi ve mimarlar ve plancılar tarafından bir sorun olarak görülse de, ekonomi açısından inovatif bir çözüm olarak…” ortaya çıkmıştı. Friedman’ ın yaklaşımları ile bu dönemden başlayan ‘Gecekondu’laşma arasında paralelliklerin ve tartışmaların gözardı edilmiş; yeterince tartışılmamış olması bu coğrafya için büyük kayıptır. Keza 1999 Kocaeli depremi sonrası yaşanan travmalar ve barınma problematikleri bugün bile bürokrasi-plancı-mimar ekseninde hesaplaşılmış, deneyimlerin aktarılabildiği bir düzlem üretemediğini 2011 Van depremi göstermiştir. Bu coğrafya’ daki modernist planlama ve mimari eğilimleri o dönemde nasıl kendi ortamının enerjisini alternatif yaklaşımları üretemediyse; şimdilerde de özellikle de İstanbul’ da neo-liberal politikalarla yürütülen ve gücünü dünyadaki benzerlerine göre farklı dinamiklerden alan kentsel dönüşüm hareketleri içinde; ‘gecekondu’ ların yok edilerek ve “barınma hakkı” nı ihlal edilerek yürütüldüğü politikalarda da üretilememektedir.
Geç de olsa Yona Friedman İstanbul’ a davet edilmiş; bienal kapsamında iletişime açık bir proje sunmuştur: Haliç Merkezi Projesi. Yukarıdaki açıklamalar bağlamında bu proje yer ve bağlam ekseninde bize ne söylemektedir ?
Yona Friedman, kendisine atfedilen ütopik etiketlerine karşı; her zaman mümkün projeleri geliştirmeye; hayata geçebilir projelerin peşinden koştuğunu söyler. Haliç Merkezi Projesi; ‘yer’ in kendi tarihselliği ve kentsel bağlamdaki önemini dışarıda bırakarak; Haliç’i ‘su’ya; haliç’in iki yakasını da farklı iki sosyal dokuya indirger. Bu indirgeyiş ‘altın boynuz’u, tarihi yarımada’yı, kent algısını, İstanbul’un gündemindeki ‘köprü’-‘silüet’ tartışmalarını dışarıda bırakır. Yona’nın yaklaşımından hareketle; hayata geçebilir olanı tetiklemeye çalışan, odağını ‘insan’dan alan; gücünü ‘yer’den ve ‘yer’in sosyal-kültürel birikiminden alması beklenen bu öneri; ne ütopik ne de bir bağlamın potansiyeli olarak kendine bir konum kazandıramamış görünmektedir. Üstelik de bu yerleştirme; istanbul-haliç bağlamına yerleştirildiğinde bir spekülasyon ya da altyapı kullanımının ötesinde (mevcut ‘Yer’ ile ilişkisiz, ‘Yer’deki mevcut bir altyapıyı (köprüyü) kullanmayan, Yeni bir altyapı (köprü) inşa ederek; Yer’i sadece potansiyel içeren bir alana indirgeyen; önerilenin dışarıdan üretildiği ve taşındığı bir tasarım haline dönüşür.
Bugünün İstanbul ve güncel kent pratikleri ile ne zamansal ne de mekansal olarak doğrudan bir ilişki kurmayan bu çalışma aracılığı ile konuyu zaman-mekan bağlamına oturtmaya çalışarak belki de şu soruyu sormalıyız:
2
Günümüzde neoliberal politikalar eşliğinde dönüşen kent, kendi-inisiyatif yaklaşımını problematik bir konuma sokmaktadır. Yona Friedman ın 1960’lardan bu yana, kentlilerin ve toplumdaki vatandaşların kendi yaşam alanlarını, kamusal alanları özgürce katılımcı pratikler ile dönüştürmeleri yaklaşımı acaba günümüzde neoliberal kentsel yıkım içinde nasıl yerini bulmaktadır? Bu bağlamda hangi ütopya, kimin için ütopya sorusu günümüzde önem kazanmaktadır.
“Manifestolar, vizyonlarının gücüyle kendi halklarını yaratan kadim peygamberler gibi iş görür. Günümüzün toplumsal hareketleri düzeni tersine çeviriyor, manifestoları ve peygamberleri gereksiz kılıyor. Değişimin failleri şimdiden sokaklara indiler ve şehir meydanlarını işgal ediyorlar; yalnızca yöneticileri tehdit edip alaşağı etmekle kalmıyor aynı zamanda yeni bir dünya vizyonu oluşturuyorlar.”
Micheal Hardt & Antonio Negri, duyuru,2012
Bugünün dünya kentlerinin dönüşüm pratiği, esnek üretime geçişle birlikte metropoliten kentleri, büyük alanlara yayılan ve küreselle ilişkilenmiş parçalara bölmektedir. Bu dinamikler; kent dokuları kadar, içindeki sosyal yapıları da parçalamaya, yerinden etmeye ve dönüştürmeye karşı şiddetli baskıda bulunmaktadır. Bu dinamik çözülmenin hızı; kentlerdeki sosyal ve fiziki yapıları; kendi inisiyatif ve özgürlük alanlarını dışarıda bırakacak biçimde alternatif yaşam olanaklarını da yok etmektedir.
Yona Friedman’ nın ‘mobil mimarlık’ çalışmalarını da içinde barındıran “mekansal kent/spatial city” kent kurgusunda üzerinde çalıştığı; (Haliç Merkezi Projesinde de önerilen) kullanıcıların isteğine göre yönlenen mekanlar, kullanıcılar arasındaki ilişkiler aracılığı organik olarak oluşan kentsel mekanlar, müdahale, oyun ve rastlantısal eylemlerle mekanlaşan olası durumlar içeren çok fonksiyonlu kompakt kent modellerinin bugünün kentlileri için hala güncelliğini koruyan taktik ve araçları içinde barındırdığını söyleyebiliriz.
Peki Bu tür ütopik yaklaşımlar günümüzdeki kentsel protokoller ile nasıl baş edebilir?
Bugünün kentsel politikalarla belirlenen büyük bölgesel dönüşüm hareketlerine karşı; kentlilerin yaşam ve ihtiyaçlarına yönelik taleplerini benzer taktik ve araçlarla; daha çok da mikro ölçekli, normatif öğelerden kaçınan, enformel, gündelik yaşam ve ortak uzlaşı ile biçimlenmiş mekansal jestler olarak ortaya çıktığını söylemek yanlış olmaz. Hatta son dönemde kent ve mekanla ilgilenen pek çok aktörün, çeşitli inisiyatifler oluşturarak, gündelik yaşam içine sızacak biçimde bu üretimlere dahil olmaya başladığını görüyoruz.
Fikir, yöntem, taktik ve araçsal olarak güncelliğini koruyan bu yaklaşımlar her ne kadar hala aktüel olana kaynaklık etse de; Haliç Merkezi Projesi gibi makro ölçekli, modernist, sürecin değil; üretilenin tahayülleri olan öneriler haline dönüştüklerinde; bugünün kent gerçeklikleriyle temas edemediğini, güncelliklerini yitirdiklerini söyleyebiliriz.
Peki nasıl olur da bu çalışmaların 60 yıldır güncelliğini sürdüren yüzü, birikimi ve bilgisi; 1950’lerdeki sanayii kentlerinin sorunlarına odaklanan, modernist dünyanın temsillerinden kurtularak, bugünün kentleri ve kentlileri ile yeniden ilişki üretebilir?
Galiba yanıt; kentin mevcut yapılı peyzajının sunduğu altyapı potansiyelleri; bu altyapıyı, bu birikimle yeniden birleştirebilecek araçlar ve nihayetinde tüm bunları kullanıma sokacak, kentlileri aktif kılacak zeminin nasıl oluşabileceğinde gibi görünmektedir. Hardt ve Negri’nin ifade ettiği günümüzün toplumsal hareketleri ve oluşan yeni dünya vizyonu; gücünü artık yeni manifestolardan, sosyal amaçlı hakim öznelliklerden değil; isimsiz, kollektif, hiyerarşik olmayan ortak hareketlerden almaktadır.
Yona Friedman’ın yanıtlarını ‘Haliç Merkezi Projesi’ndeki gibi tekrar üretmek değil; onun sorularını yeniden sormak, bugünün koşullarında yanıtları kendi bağlamında aramak bu birikimi sürdürülebilir kılacaktır.
* * *